Dijital mecraların yükselen ivmesi sayesinde, son dönemde sosyal medyada bir tür demokratikleşme süreci yaşandığına şahit oluyoruz. Yaşanan bu süreç, birçok olumlu gelişmeyi beraberinde getirmiş olsa da olumsuz yönlerini göz ardı etmek pek mümkün değil. Linç kültürü de bu olumsuzlar içerisinde başı çeken çıkmazlardan biri olarak karşımıza çıkıyor.
Linç kültürü; belirli bir gruplaşmanın ya da sürü psikolojisinin bir sonucu olarak, başka bir bireyin / grubun hedef gösterilmesiyle eleştiri boyutunun sınırı aşması ve saldırı halini almasıdır. Bu kültür, sosyal medyanın hızlı etkileşimi ve reaksiyonu sayesinde, son zamanlarda daha çok ses getirir bir noktaya gelmiş durumda.
Sosyal medyanın yaratmış olduğu “demokratikleşme” süreci, esasen ifade özgürlüğünü temel alır. İfade özgürlüğünün sınırları ise bilindiği üzere ülkemizde ve dünyada önemli bir tartışma konusudur. Genel hatlarıyla baktığımızda “herkesin, her konuda ve herkese, her şeyi, dilediği gibi filtresiz söyleyebilmesi” olarak algılanması, haklı tartışmaları ve bunun doğal sonucu olan kaosu beraberinde getirir. Bireylerin “Bu konuda yeterli bilgiye sahip miyim”, “Bu konu beni gerçekten ilgilendiriyor mu”, “Söyleyeceklerim, hakkında konuştuğum kişi ya da durumlara katkı sağlar mı, sonuçları ne/neler olur” gibi basit sorgulamalardan uzak şekilde, tamamen anlık duygu durumlarının getirdiği reflekslerle hareket etmesi, bazen saman alevi gibi parlayıp sönen suni bir gündeme, bazen de psikolojik ya da fiziksel -yer yer her ikisi de- bir tahribata yol açıyor.
Sosyal medyanın bireye kazandırdığı en önemli artıların başında “görünürlük” geliyor. Ortalama bir insan -istisnalar elbette var- fikirlerini, bakış açısını, zevklerini, sosyal eylemlerini paylaşma, bunun fark edildiğini hissetme ve kalabalıklardan geri dönüş alma arzusuna sahiptir. Fakat bu, zaman içinde birey için yeterli gelmemeye başlamış olacak ki çıtayı daha uç noktalara taşıma isteği doğmaya başladı. Bazı insanlar diğerlerinden daha çok sivrilmek için daha büyük etki yaratmanın yollarını aramaya başladı. Bu kimi zaman alışılmışın dışında bir giyim tarzı yaratmakla ortaya çıkarken kimileri her fırsatta “cool” olduğunu düşündüğü yerlerden fotoğraf ve videolar paylaşarak ya da konumuzla paralel olarak farklı olduğunu düşündüğü fikirlerini en sert, en cesur, en dikkat çekici şekilde dile getirmeye çalışarak göstermeyi tercih eder hale geldi.
Sosyal mecraların algoritma ve işleyişi, hashtag ve “öne çıkarma” özellikleri başta olmak üzere, birey ya da grupların hedef alınması kolaylaştırmış; bu durum da çoğu zaman adil olmayan yargılara ve haksız eleştirilere yol açmıştır. Burada bir parantez açmak gerekirse, elbette buna mecraların sebep olduğunu söylemek doğru olmaz. D ijital dünya ve sosyal medya oldukça değerli bir maden ve onu nasıl işleyeceğimiz, hangi amaçlarla ve ne şekilde kullanacağımız bizim elimizde. Dijital iletişim kanallarının birçok sosyal adalet meselesinin gündeme gelmesini sağladığını kesinlikle göz ardı edemeyiz. Ancak platformların kontrolsüz doğası, ön plana çıkma ve her konuda kanaat önderi olma refleksi, bazen önü alınması güç travmalara zemin hazırlayabilir. Hızlı bilgi akışı, güncel kalmaya, anında haber almaya ve öngörülebilir problemlerin kimi zaman büyümeden önlenebilmesine imkan sağlasa da toplumsal jenerasyona da sebep olabiliyor.
Olumsuzlukları en aza indirgemek ve üstesinden gelmek için sosyal medyanın etkin kullanımı ve sosyal sonuçlarına dair bir bilinç oluşturulmasının yanı sıra, kullanıcıların daha sorumlu davranmaya teşvik edilmesi ve negatif eylemlerinden sorumlu tutulmaları konusunda daha hassas davranılması gerekmektedir. Yine de tabir-i caizse enseyi karartmamakta fayda var. Gelecekte, yepyeni teknoloji ve toplumsal fikirlerin uyum içinde birbirini beslemesi, daha sağlıklı bir dijital iletişim ortamı yaratma potansiyeline sahiptir.
Siz de markanız için dijital mecraları tabiatına uygun biçimde özümsemiş, en sağlıklı iletişim stratejilerini en isabetli hedef kitleye ulaştırma konusunda uzmanlaşmış bir partner arayışındaysanız, dilediğiniz her an Ahtapot Sosyal Medya’ya bekleniyorsunuz.😊
YAZAN: Ömer Bilgin